26 Mart 2014 Çarşamba

ÇEKİRGE / BURSA

                                                            ÇEKİRGE / BURSA

Bursa Osmangazi ilçesine bağlı bir semttir. Bursa'nın en eski semtlerinden biri olmakla beraber, ismini Osmanlı döneminde yaşamış olan Çekirge Han adlı bir kişiden aldığı rivayet edilir, ayrıca Osmanlı döneminde o bölgede yaşanan bir çekirge istilası sonucu da bu bölgeye bu ismin verildiği bir rivayettir.


Çekirge bugün Bursa'nın en gözde, modern, nezih ve elit yerlerinden biridir. Bursa denince akla gelen, Karagöz ve Hacivat'ın da mezarları bu semtte yer almaktadır. Ayrıca Mezarlığın karşısında birde Karagöz Kültür evi bulunmaktadır. Armutlu Meydanı diye adlandırılan küçükte bir meydanı vardır. Bursada yeşili bol bir semttir.AYRICA ŞEHİT PADİŞAH SULTAN 1. MURAT HÜDAVENDİGARIN TÜRBESİ VE CAMİSİ BU SEMTTE YER ALMAKTADIR
Bursa Osmangazi ilçesine bağlı bir semttir. Bursa'nın en eski semtlerinden biri olmakla beraber, ismini Osmanlı döneminde yaşamış olan Çekirge Han adlı bir kişiden aldığı rivayet edilir, ayrıca Osmanlı döneminde o bölgede yaşanan bir çekirge istilası sonucu da bu bölgeye bu ismin verildiği bir rivayettir. Semtte pek çok kaplıca bulunur. Uludağ'ın eteklerindedir. Şehir merkezine yakındır. Merkeze yakın olduğu için merkez olmayan yerlere uzaktır ve bilmeyenler için gerçek bir tuzaktır. Bazı yerleri çorak bazı yerleri ise gerçekten sulaktır. Şifalı sularla iyileştirilebilecek hastalıklara gerçek bir kaynaktır. Bandırmaya yakın İstanbula uzaktır.

En çok görülen ağaç kavaktır ve yazın bu ağacın gölgesinde çok güzel serinlenir .İklimi değişkendir dolayısıyla her mevsime uygun kıyafet bulundurmak gerekir. Yoksa kıyafetiniz bu çok yanlıştır ve gidip çarşıdan alınabilir. Çarşı uludağa uzak merkeze yakındır demek ki uludağ bursa merkeze uzaktır. Çekirge doğal güzellikleri termal zenginlikleri ve beldeye ismini veren zıpır zıpır çekirgeleriyle tanınır.Nüfusu en son sayımdaki kadardır. (Bakınız: Nüfus idaresi başkanlığı).En son sayımdaki rakamlar nedir derseniz sayanların yeteneği kadardır. Ulusunda Uludağ arkasında İstanbul kuzeybatısında Sibirya Güneyinde ant dağları bulunur.

 Aynı zamanda çekirgede ucuz yollu otellerde bulunur. Otellerden ezan sesi duyulur bunun nedeni çekirge halkı müslümandır ve müslüman Allah`a teslim olmuş kişi demektir. Çekirge’deki termal sular içme ve banyo kürlerinde kullanılıyor. Banyo kürleri; romatizmal hastalıklar, hareket sisteminin ağrılı hastalıkları, kronik iltihaplı ve ağrılı kadın hastalıkları, damar tıkanıklarıkları, İçme-banyo kürleri; karaciğer, safra yolları, diabet (hafif), gut hastalığı (kriz devrelerinin dışında), kandaki fazla yağ oranı olan obezite vakalarında uygulanıyor.Çekirge’de su sıcaklığı 45 derecenin üstünde olan termal sular, Çekirge’nin en yukarı bölümünde, Vakıfbahçe denilen bir yerden kaynamakta. Bu sularda çeşitli maden eriyikleriyle zengin kimyasal madenler, gazlar ve yüksek radyoaktivite bulunuyor.

ÇEKİRGE KAPLICALARI ;


  • Çekirge Kaplıcaları Vakıfbahçe kaynağına bağlıdır. Bu kaplıcalar Bursa Merkezinde, Çekirge semtinde bulunmaktadır. Çekirge’deki Çelik Palas ve Askeri Hastane dahil tüm oteller bu kaplıcalara bağlıdır. Toprak kalevi acı bikarbonatlı olan bu kaplıcanın suları şifa dağıtmaktadır, banyo olarak romatizmal sendromlar, hareket sistemlerinin ağrılı hastalıkları, damar tıkanıklıkları, diyabet, gut ve metabolizma bozuklukları, içme olarak karaciğer ve safra yolları hastalıklarına iyi gelmektedir.
  • Bursa’daki şifalı suların büyük bir bölümü, deniz yüzeyinden 220 m yüksekte kurulu Çekirge bölgesinde bulunmaktadır. Çekirge’nin asıl su sıcaklığı 45 °C’yi aşmaktadır. Halk arasında Çelikli adıyla da anılan bu sular, Çekirge’nin en yüksek bölgesinde bulunan Vakıfbahçe adlı bir yerden kaynar. Bu sularda çeşitli madenler eriyikleriyle zengin kimyasal maddeler, gazlar ve yüksek radtoaktivite bulunmaktadır.
  • Eski Kaplıca: Sıcaklık 45 °C
  • Çekirge’de, Türk hamamının bütün özelliklerini taşır. Bizans dönemi yapıtlarından, 1450 yıllık anıt eserlerdendir. Hüdavendigar döneminde onarım görüp genişletilmiştir. İki kubbeli soyunma yeri, kubbeli banyo yeri ve soğukluğu vardır.
  • Çelikpalas: Sıcaklık 45 °C
  • Çekirge sularının bir bölümü, cam borular içinde, değerleri bozulmadan Bademlibahçe mevkiinde yapılan Çelikpalas oteline getirilmiştir. Çelikpalas, Atatürk’ün talimat vermesi ile yapılmış, adı da O’nun tarafından verilmiştir.
  • Odalarından çelikli su akan Çelikpalas’ın yüzme havuzunun dünyada eşi benzeri yoktur. Bursa hamamlarının en büyüğü Çelikpalas'tır. Fizik tedavi bölümleri, sauna ve jimnastik salonu ile devamlı açık bulunur.
  • Çekirge sularında demir az ölçüde bulunur. Aktığı yerleri kırmızı pas rengine boyadığından, bu sulara “Çelikli” adı verilmiştir.
  • Çekirgedeki kaplıca suları, romatizma, nevrit, cilt, idrar yolları ve kadın hastalıklarına iyi gelir.

OSMANGAZİ / BURSA

                                                                OSMANGAZİ  / BURSA

Bursa İl geneli itibariyle 2000 yılı nüfusu 2.125.140, yüzölçümü 10.422 km², nüfus yoğunluğu ise km² 'de 204 kişidir. Bursa ülke nüfusunun % 3.1 ini barındırır. 


En büyük ilçe Osmangazi Belediyesi'nin büyüklüğü ise 18054 ha, mücavir alanların büyüklüğü 52729 ha olup, toplam büyüklük yaklaşık 70783 ha 'dır.Osmangazi Belediyesi sınırları dahilinde 108 adet mahalle ve 30 adet mücavir alan köyü ile birlikte 2009 yılı TÜİK verilerine göre 747.370 kişi nüfusa ulaşan, sosyal ve ekonomik açıdan merkez konumuyla gündüz nüfusu bir milyonu aşan ilçede; aralarında 5 yıldızlı otellerin de bulunduğu 88 otel, 554 restoran, 9 sinema ve alışveriş merkezleri bulunmaktadır.


Bununla birlikte ilçede; otomobil yan sanayi, dokuma sanayi, havlu sanayi, trikotaj sanayi, kundura sanayi, tarım araçları sanayi, mobilya sanayi, deri, plastik sanayi, makine ve madeni eşya yapımcılığı, elektrik motoru sanayi, döküm sanayi, marangoz makineleri sanayi, kaynak makineleri sanayi, soba sanayi, bıçakçılık sanayi çok gelişmiştir. Bunların dışında yağ ve un fabrikaları üretim yapmaktadır.

Osmangazi; Bursa'nın ekonomik ve kültürel açıdan en gelişmiş ilçesidir. Eğitim yönünden Türkiye ortalamasının çok üstündedir. Okur yazar oranı. % 99'dur. Osmangazi, Türkiye'nin en büyük ilçelerinden biridir. Türkiye'deki 56 ilden daha büyük olan Osmangazi; tarihi kültürel zenginlikleri, dağı ve kaplıcalarıyla bir turizm kenti, eşsiz tabiatı ve verimli ovasıyla bir tarım kenti ve aynı zamanda endüstriyel tesisleri ve sanayisiyle de bir sanayi ve ticaret kentidir. olması nedeniyle gündüzleri bir milyondan fazla insanı barındırmaktadır.

Bursa'nın simgesi olan Reşat Oyal Kültürparkı, 500 yılı aşkın ömrüyle doğal anıt sayılan İnkaya Çınarı, Tophane Yamaçları, Ulucami ile Orhan Camii arasındaki geniş alana yayılan Kozahan,1340 yılında Orhan Bey tarafından yaptırılan Emirhan, başta II. Murad ve Cem Sultan'a ait olanlarla birlikte yirmiye yakın türbenin yanı sıra, medrese, okul, imarethane, gusulhane, hamam ve camiden oluşan Muradiye Külliyesi, Hüdavendigar Camii, Osmanlı mimarlığının başlangıç döneminde, çok ayaklı ve çok kubbeli cami planlarının en önemli örneği Ulu Camii, ayrıca Merinos Kent Parkı , Botanik Parkı, Soğanlı Hayvanat Bahçesi, Pınarbaşı Parkı, Soğukkuyu Parkı ve Hamitler Parkı ve Sukay Park adı ile Sukayağı Tesisleri Osmangazi sınırları içerisinde yer alan belli başlı cazibe merkezleridir.



TARİHİ YAPILAR ;
İlçenin en önemli diğer tarihsel anıtları ve yapıtları şunlardır: Bursa Kalesi, Bursa Hisarı, I.Murad Türbesi, Pars Bey Türbesi, Çakır Ağa Hamamı, Osmangazi ve Orhangazi Türbeleri, Şehzade Mustafa Türbesi, Bedesten, Arkeoloji Müzesi, Atatürk Müzesi, Osmanlı Evi Müzesi, Kent Müzesidir, Ördekli Kültür Merkezi, Gökdere Medresesi, Irgandı Köprüsü, Haraççıoğlu Medresesi, Karabaş-ı Veli Dergahı, Balibey Hanı, Muradiye Hamamı, Galle Han'dır.


SANAYİ ;
İlçede dokuma sanayi, otomobil yan sanayi, havlu sanayi, trikotaj sanayi, kundura sanayi, tarım araçları sanayi, mobilya sanayi, deri, plastik sanayi, bakır işlemeciliği, makine ve ma­deni eşya yapımcılığı, elektrik motoru sanayi, döküm sanayi, marangoz makineleri sanayi, kaynak makineleri sanayi, soba sanayi, bıçakçılık sanayi çok gelişmiştir. Bunların dışında yağ ve un fabrikaları, tuğla fabrikaları üretim yapmaktadır.

YILDIRIM / BURSA

YILDIRIM / BURSA
YıldırımBursa'nın merkezinde OsmangaziNilüferMudanyaGemlikKestelGürsu ile birlikte Bursa (merkez)'de bulunan bir ilçedir.

KONUMU ; 
Uludağ'ın eteklerine kurulmuş Yıldırım ilçesinin doğusunda Kestel ve Gürsu, kuzeyinde ve batısında Osmangazi ilçesi vardır. Yüzölçümü 399 kilometrekaredir. Denizden yüksekliği 150-155 metredir.
İlçenin güneyinde Uludağ yükselir, kuzeyi düzdür. İlçenin ortasından Bursa-Ankara karayolu geçer.


İKLİM ;
İlçede ılıman Marmara iklimi görülür. Ortalma sıcaklık 14.4 derecedir; ortalama nem oranı %58'dir. En çok yağmur kış aylarında ve mart-nisan aylarında düşer, en az yağış haziran ayında alır. Ortalama 8-10 gün kar yağar. Kar kalınlığı 25–35 cm'dir. İlçenin Uludağ'ın eteklerindeki yüksek kesimlerine daha çok kar yağar ve yerde daha uzun süre kalır. İlçede en çok lodos ve poyraz rüzgarları görülür.

YÖNETİM ;
İlçede 65 mahalle ve 1 köy (Cumalıkızık) bulunmaktadır. İlçe, idari olarak 1987'de kurulmuştur. Nüfus bakımından Türkiye'nin pek çok ilinden büyüktür. 2012 sayımına göre nüfusu 631.482'dir. Bursa (merkez) nüfusunun %30'u Yıldırım ilçesinde yaşar.

ULAŞIM ;
İlçede ulaşım metro, otobüsler ve dolmuşlar ile sağlanmaktadır. Ankara Caddesi üzerinde Bursaray ile hem doğuya hem batıya ulaşım mümkündür. İncirli Caddesi'nde bulunan nostaljik tramvay ileCumhuriyet Caddesi'ne gidilebilmektedir. Teferrüç Mahallesi'nde bulunan Teleferik ile Uludağ'a ulaşım mümkündür.

EKONOMİ ;
Buğday, arpa, yulaf ilçede en çok üretilen ürünlerdir. Fasulye ve bakla ile domates, biber gibi sebzeler; şeker pancarı, susam, ayçiçeği gibi endüstriyel bitkiler; dut, ceviz, şeftali, kiraz, ayva, kestane gibi meyveler de yetiştirilmektedir.
İlçede sanayi gelişmiştir. Vişne Caddesi üzerinde kurulmuş olan Vişne Ticaret Merkezi bulunmaktadır. Duaçınarı Mahalle­si’nde dokuma sanayi gelişmiştir. Havlu, kumaş, astar, perde üretimi yaygındır. Ayrıca karoser yapımı, otomobil parçaları ve makine parçaları üretimi yapılır. Mobilya sanayi de ileridir. Ayrıca Hacivat Mahallesi'nde sandıkçılar sitesi kurulu olup sitenin içinde çelik sanayi, tekstil ve makine sanayi fabrikaları da bulunmaktadır.
İlçede küçükbaş hayvancılık, özellikle Uludağ eteklerinde büyükbaş hayvancılık yapılır. Tavukçuluk, avcılık gelişmiştir.

NÜFUS ;
İlçenin nüfusu 2012 nüfus sayımına 631.482'dir. İlçe dışardan yoğun göç almaktadır. İlçede nüfus olarak çoğunluk ArtvinPosofArdahan ve Karslılar yoğun olarak yaşamaktadırlar. Ayrıca yurtdışından GümülcineKırcaali illerinden birçok Türk de Yıldırım'a yerleşmiştir.

TARİHİ YAPILAR ;
Adını Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid'tan alan ilçede, Osmanlı döneminden kalma çok sayıda tarihi yapı bulunur. En önemlileri Yıldırım Camii, Yıldırım Hamamı (Yeşil Hamam), Yıldırım Medresesi, Yıldırım Darüşşifası, Yıldırım Türbesi, Yeşil Camii, Yeşil Türbe, Emir Sultan Camii, Emir Sultan Türbesi, Emir Sultan Çeşmesi, Berkenet, Zehra Hanım Çeşmesi, Devlet Hatun Türbesi, Darüssaade Ağası Çeşmesi, Ümmügülsüm Çeşmesi, Hünkar Çeşmesi, Beşir Ağa Çeşmesi, Sitti Hatun Mesciti, Türk-İslam Eserleri Müzesi, Cumalıkızık Köyü Camisi, Irgandı Köprüsü, Setbaşı Köprüsü, Boyacıoğlukulluğu Köprüsü, Namazgah semtindeki Namazgâh, Mahfel, Kozaklık Han, Namazgah Camii, Bursa Şehir Kütüphanesi, Teleferik ve bunun gibi yapıtlardır.


 YILDIRIM BEYAZIT CAMİİ ; 



Bursa Ovasına hakim bir tepe üzerinde, Bursa’nın doğusunda Yıldırım semtindedir.

Yıldırım Beyazıt Camisi yapı topluluğu medrese, darüşşifa, türbe, han, hamam, imaret, misafirhane ve kasırdan meydana gelmiştir. Kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi belgelere ve tarihi...

Bursa Ovasına hakim bir tepe üzerinde, Bursa’nın doğusunda Yıldırım semtindedir.

Yıldırım Beyazıt Camisi yapı topluluğu medrese, darüşşifa, türbe, han, hamam, imaret, misafirhane ve kasırdan meydana gelmiştir. Kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi belgelere ve tarihi kaynaklara dayanılarak söylenebilmektedir. Yıldırım Beyazıt’ın h.1360 (1403)’de yapımını başlattığı bu yapı topluluğu Ankara Savaşı nedeniyle yarıda kalmış ve oğlu Musa Çelebi tarafından h.1407’de tamamlanmıştır. Caminin 2855 depreminde minaresi, 1876’da kubbesi yıkılmıştır. Sürekli onarılarak günümüze iyi bir durumda gelmesi sağlanmıştır.

Yıldırım Beyazıt Camisi’nin ilginç bir mimari plan şeması vardır. İlk defa ters T planı burada açık şeklini almış ve kendisinden sonra yapılan camilere örnek olmuştur. Bursa’da ters T veya yan mek3anlı cami tipinin en anıtsal örneklerinden biri olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca Bursa tipi diye isimlendirilen kemerlerin burada çokça kullanılmış oluşu da dikkat çekmektedir. Bursa kemerinin kökeni ahşap inşaata dayanmakta olup, Bursa üslubunun karakteristik bir unsurudur. Bu kemer şekli daha sonraki yıllarda Edirne ile İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun bazı yerlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra ahşap mimarinin de gelişmiş örnekleri en iyi biçimde kullanılmıştır. Kapı ve pencere kenarlarındaki mermer oymalar, stalaktitler ve alçı bezemelerin güzel işçiliği bunları tamamlamaktadır.

Caminin son cemaat yeri gri kesme taşlarla kaplıdır. Beş kubbeli son cemaat yerinin önü beş, yanları ikişer Bursa kemeriyle dışa açılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kitabe yeri boştur. İbadet yeri arka arkaya iki kubbeli mekan ile yanlarda küçük eyvanlar ve bunların iki yanında tonoz örtülü birer odadan meydana gelmiştir. Orta bölümü örten kubbe 12.00 m. çapında, 18.80 m. yüksekliğindedir.

Caminin yapımında kesme taş kullanılmış, tuğlaya hiç yer verilmemiştir. İç mekanın orijinalinde çini levhalarla kaplandığı, kalem işleri ile bezendiği günümüze ulaşan bazı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Birkaç kez yıkılarak yenilenen, en son 1948’de deprem sonucu bir kere daha yıkılan minaresi 1970’de yenilenmiştir.



Yıldırım Beyazıt’ın türbesi caminin altındaki bir set üzerinde 1407’de Emir Süleymanoğlu tarafından yapılmıştır. Yıldırım’ın Timur’a esir düşmesinden ötürü Sultan V.Mehmet’e kadar hiçbir padişah tarafından ziyaret edilmeyen türbede oğulları İsa ve Kasım çelebiler de gömülüdür (Bkz.Yıldırım Beyazıt Türbesi). Yıldırım Beyazıt Medresesi caminin kuzey batısında (Bkz. Yıldırım Beyazıt Medresesi), Yıldırım Hamamı caminin batısındaki meyilli alanda (Bkz. Yıldırım Hamamı) ve Yıldırım Darüşşifası (Bkz.Yıldırım Darüşifası) da caminin 250 m. doğusundadır.

ATATÜRK KENT ORMANI / BURSA

ATATÜRK KENT ORMANI

Odunluk Mahallesi arkasında 150 hektarlık ormanlık alanda içerisinde olan Atatürk Kent Ormanı, doğayla buluşup kent karmaşasından uzak soluk alınabilecek piknik alanları, 3,5 kilometre parke yol, bir ahşap köprü, 6,5 kilometre yürüyüş yolu ve bisiklet yolu ile bir doğa cenneti olan Kent Ormanında ayrıca 6 seyir terası, 7’si barbekülü olmak üzere toplam 10 tane yağmur barınağı, 10 kamelya, bir gözlem kulesi, 2 adet çocuk oyun alanı, 2 adet voleybol oyun alanı ile ziyaretcilerini ağırlıyor.

“Yeşil” sıfatını kaybetmeye yüz tutmuş Bursa’da tüm kent halkının doğayla buluşup kent karmaşasından uzak soluk alabileceği rekreasyon alanları yaratmak için çabalayan Nilüfer Belediyesi, bu amaçla uzun süre çabaladıktan sonra Orman Bakanlığı’ndan devraldığı Atatürk Kent Ormanı’nın birinci etabını hizmete açtı. 



Odunluk Mahallesi arkasında bulunan 150 hektarlık ormanlık alanda bir süredir hummalı bir çalışma yürüten Nilüfer Belediyesi, orman içerisinde altyapı çalışmalarını ve piknik alanlarının düzenlenmesini tamamladı. 

12 yıllığına Orman Bakanlığı’ndan Nilüfer Belediyesi’ne devredilen alanda “koruma amacı” ön planda tutularak yürütülen çalışmalar kapsamında; yeni yollar açan Nilüfer Belediyesi 3,5 kilometre parke yol, bir ahşap köprü, 6,5 kilometre de yürüyüş yolu ve bisiklet yolu düzenlemesi yaptı. 

Orman içerisinde; su depoları, yangın ve içme suyu pompa üniteleri, kanalizasyon, tuvaletler ile ziyaretçilerin basit yiyecek-içecek ihtiyaçlarını karşılamak üzere büfeler, piknikçiler için 5 noktada bulaşık yıkama yerleri yapan Nilüfer Belediyesi, tam bir doğa cenneti olan yeşil alanda ayrıca 6 seyir terası, 7’si barbekülü olmak üzere toplam 10 tane yağmur barınağı, 10 kamelya, bir gözlem kulesi, 2 adet çocuk oyun alanı, 2 adet voleybol oyun alanı yaptı. 
Ana giriş kapısı ve giriş kontrol kulübesi ile aydınlatma çalışmaları da tamamlanan Atatürk Kent Ormanı, böylelikle 2007 yazında piknikçileri ağırlamaya hazır hale getirildi. 


ÇOCUK PARKI ;


PİKNİK MASALARININ GÖRÜNÜMÜ ;


BELLİ ARALIKLARLA KONULMUŞ LAVOBALARIN GÖRÜNÜMÜ;


YÜRÜYÜŞ YOLU;

KARAGÖZ VE HACİVAT / BURSA

KARAGÖZ VE HACİVAT

      Türk gölge oyunu olan Karagöz, son elli yılda büyük bir gerileme içine girmiş, neredeyse yok olma noktasına gelmişti. Günümüzde sadece ancak bir elin parmakları kadar sayabileceğimiz Karagöz sanatçılarının çabalarıyla, tekrar hayata döndürülmeye çalışılan Karagöz’e en büyük katkıyı da kuşkusuz Bursa yapmıştır.

       Bursa’da Karagöz mezarı ile hemen karşısında bulunan Karagöz Müzesi’nde sürekli sahnelenen gösterilerle, yüzlerce yıl sonra yeniden Bursa’da Karagöz canlandırıldı. Açılan kurslarla yeni Karagöz ustaları yetiştirildi. Türk gölge oyunu Karagöz, asırlar önce Bursa’dan doğup, tüm ülkemize yayılmıştı. Bir süredir öksüz ve ilgisiz kalan, bu nedenle neredeyse sadece bir anı olarak kalacağı bir anda, Bursa’da oluşturulan etkinliklerle adeta yeniden keşfedildi.



      2007 yılında Bursa Karagöz Müzesi 10 yılı geride bıraktı. 10. yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından müzeye dönüştürülen Karagöz Müzesi, karagöz sanatını yarınlara tüm pırıltısı ile ulaştırabilmek için yeni bir misyon üstlenmiştir. Modern müze anlayışı ile tekrar ele alınan Karagöz Müzesi’nde iki galeri bulunuyor. 1. galeride gölge oyununun tarihçesi panolar ile anlatılırken diğer galeride geleneksel tiyatronun duayenlerinden olan Sn Metin And’ın koleksiyonundan derlenen 61 parça orijinal Karagöz oyunu tasvirleri teşhir edilmektedir. Aynı galeride konuyla ilgili farklı üstatların koleksiyonlarına da yer verilerek koleksiyon zenginleştirilmeye çalışılmaktadır. Tasvirlerin yanı sıra bu galeri de Raif Kaplanoğlu’na ait Osmanlıca gazetelerde bulunan Karagöz-Hacivat karikatürleri ve çeşitli karagöz efemeraları bulunmaktadır. Ayrıca gelen talepler doğrultusunda geçici sergilere de yer verilmektedir. 2008 yılı içerisinde Karagöz Müzesi’nde bulunan geçici sergi salonunda 2 adet sergi açılmıştır.


KÖKENİ ; 
      17. yüzyılda son şeklini alan Karagöz gölge tiyatrosunun ne zaman Osmanlı topraklarına geldiğiyle ilgili farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden bazıları şunlardır:[2]
  • Birinci görüşÇin'den Moğollar'a geçen bu gölge oyununu Türkler de Anadolu'ya göçerken beraberlerinde getirmişlerdir. Orta Asya’da çadırlarda oynatılan ve "Çadır Hayal" ya da "Kolkorçak" adı verilen bir tür kukla oyunu ile Karagöz oyunu arasında büyük benzerlikler vardır. "Kolkorçak" sözcüğü, Türkçe'de korçokkonçak gibi "çocuk" anlamına gelen yarım düzine kadar sözcükle çağrışım yapmaktadır.
  • İkinci görüş: Padişah Yavuz Sultan Selim'in 1517 yılında Mısır’ı ele geçirmesinden sonra bu ülkeden Anadolu'ya gelmiştir. Sultan Selim, Memluk Sultanı Tomanbay’ın asılışının canlandırıldığı gölge oyununu izlemiş ve çok beğenmiş. Sanatçıları İstanbul'a getirtmiş, bu sanatçılar da İstanbul'da başka sanatçıları yetiştirmişlerdir. En çok kabul gören görüş budur.
  • Üçüncü görüş: Anadolu'ya Cava Adalarından ve Hindistan’dan çingeneler eliyle getirilmiştir. Buna dayanak olarak çingenelerin Anadolu'ya geliş tarihleri ile Karagöz'ün geliş tarihinin çakışması gösterilmektedir. Ayrıca Karagöz oyunlarında rastlanan bazı çingene özellikleri de bu teoriyi desteklemektedir.
  • Dördüncü görüşYahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiştir.

BÖLÜMLERİ ;
Türk Gölge tiyatrosu olarak bilinen Karagöz-Hacivat oyunları dört bölümden oluşur[5]. Bunlar:
  • I. Mukkaddime (Giriş, Öndeyiş veya Prolog): Bu başlangıç bölümünde kamıştan yapılmış Nareke adı verilen düdüğün çalınması eşliğinde göstermelik adı verilen ve genellikle bir ev ya da bitki benzeri bir manzara tasviri Küşteri Meydanı adı verilen perdenin aşağısından ağır ağır yukarıya doğru yükseltilir. Önce perdeye Hacivat gelir ve bir semai okuyarak Karagöz'ü davet eder. Karagöz de bu daveti kabul ederek Hacivat'la atışmaya başlarlar.
  • II. Muhavere (Söyleşi veya Atışma): Bu bölümde Hacivat'la Karagöz birbirlerine bilmeceler sorarlar. Başlarından geçen bir olayı ya da gördükleri bir düşü gerçekmiş gibi anlatırlar.
  • III. Fasıl (Oyun): Karagöz oyunlarının ana bölümü budur. Asıl konunun geliştiği bu bölümde oyunun konusuna göre diğer karakterler de oyuna dahil olurlar. Bu bölümün müzikleri arasında gazeller de önemli bir yer tutar. Karagöz’ü yaratan kişi olarak bilinen "Şeyh Küşteri"yi Pirleri olarak kabul eden Karagözcüler bu nedenle Karagöz perdesine de Küşteri Meydanı adını vermişlerdir. Perde gazellerinin hemen hepsinde de bu kişinin adını geçirirler. Örneğin “Hazret-i Sultan-i Orhan rahmetullah’tan beri/Yadigar-ı Şeyh Kuşteri becadır perdemiz” gibi.
  • IV. Bitiş (Final, Epilog): Çok kısa olan bu bölümde konu bitmiş, olaylar çözülmüştür. Hacivat'ın Karagöz'e hitaben “Yıktın perdeyi eyledin viran/Varayım sahibine haber vereyim heman” şeklindeki repliği duyulduğunda seyirciye oyunun bittiği ilan edilmiş olur. Diğer görüntüler perdeden çekilirken en sonunda çengi gelir müzik eşliğinde oynar.   
KARAKTERLERİ ;
"Karagöz ve Hacivat" oyunlarında, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan ve toplumun farklı sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen tiplerle (kabadayılar, uyuşturucu müptelaları, özürlüler vb), İmparatorluk şemsiyesi altında yaşayan çeşitli milletleri temsil eden tiplemelerin (Yahudi, Rum, Arap, Acem, Arnavut vb.) hemen hepsi yer alır. Bu tiplemeler temsil ettikleri kitlenin en temel özellikleri (kılık, kıyafet, davranış biçimleri, şarkılar, danslar, maniler vb) ile ön plâna çıkarlar ve perdede göründükleri anda bu özellikleri (işaretleri) ile anında farkedilirler[3]. Bu tiplemeler ve temel özellikleri şunlardır:
  • "Karagöz": Saçsız başına “ışkırlak” adı verilen şapka giymektedir. Hiçbir zaman düzgün bir işi olmayan Karagöz eğitim almamıştır. Hacivat'ın ona bulduğu geçici işlerde çalışır. İçi dışı bir, olduğu gibi görünen, tepkilerini çabuk açığa vuran bir halk adamıdır. Halkın sağduyusunu temsil etmektedir. Merttir, cesurdur bu yüzden başı sürekli beladadır. Meraklı, patavatsız ve açık saçık konuşur. Bazen hile yaparak diğerlerini kandırmaya çalışır. Karısı ile sürekli didişir.
  • "Hacivat": Yukarıya doğru kıvrık sivri bir sakalı olan Hacivat, kurnaz, içten pazarlıklı bir tiptir. Eğitim almış olduğu bellidir ve her konuda iyi kötü bilgi sahibidir. Herkesin nabzına göre şerbet verir. Karagöze göre daha kültürlü, aklı başında ve güvenilir bir tiptir. Arapça ve Farsça sözcükleri sıkça araya sokuşturduğu süslü bir dille konuşur. Bu nedenle Karagöz onun dediklerini çoğu zaman anlamaz ya da anlamazlıktan gelir. Oyunlardaki gülütler genelde bu söz oyunlarına ve yanlış anlaşılmalara dayanır.
  • "Çelebi": İstanbul lehçesiyle konuşan kibar aile çocuğudur. Ailesinden kalan mirasla geçinir. İyi giyinip, güzel konuşur. Şiir okumasını sever.
  • "Tiryaki": Uyuşturucu müptelası bir işsizdir. Bu nedenle hep uyuklar. Tütün, nargile, kahve, gibi keyif verici maddelere de düşkündür.
  • "Beberuhi": Diğer adları “Altı kulaç” ve “pisbop”tur. Yılışık ve yaygaracı olan bu karakter hızlı hızlı konuşur, işi gürültüye getirir, sık sık ağlar.
  • "Kayserili": Asıl adı Mayısoğlu olan karakter, Kayserili şivesiyle konuşur ve genellikle bakkal veya pastırmacı olarak perdede gözükür. Bir işareti de kolundaki yumurta sepetidir.
  • "Kastamonulu": Asıl adı “Himmet Dayı” veya “Himmet Ağa” olan bu iri yarı adamın mesleği odunculuktur ve işareti elindeki baltasıdır. Kaba saba bir adamdır ve Kastamonu şivesiyle konuşur.
  • "Laz": Tipik işareti elinde taşıdığı kemençedir. Hızlı konuşur, kimseye konuşma fırsatı vermez, çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşir.
  • "Kürt"": Genellikle hamallık ya da bekçilik yapar, şiveli konuşur.
  • "Acem"" (Püser, Nöker): Ya İran’dan ya da Azerbaycan’dan gelmiştir. Mesleği genelde halıcılık, antikacılık ya da tefeciliktir. Bu zengin tip eğlenceye düşkündür ve etrafına para saçar.
  • "Arap": İki farklı türü vardır, ya “Ak Arap” veya “Kara Arap” olarak perdede gözükür. Çoğunlukla halayık, uşak veya deveci rolündedir. Kına, kahve, fıstık satar. Ak Arap'ın diğer adları: Hacı Fitil, Hacı Kandil, Hacı Şamandıra'dır.
  • "Arnavut" (Mestan Ağa, Bayram Ağa, Celo Ağa, Recep Ağa, Şaban Ağa, Ramazan Ağa): Bahçıvan, ciğerci, celep, korucu veya bozacı rolündedir. Cahil cesareti vardır. Çabuk öfkelenip hemen silahına davranır, bir kabadayı gibi davranır fakat sıkıyı görünce kaçar.
  • "Rumelili" ("Muhacir"): Trakya şivesiyle konuşan ve adı çoğunlukla “Hüsmen Ağa” olan bu tip perdeye pehlivan ve arabacı olarak gelir. Güreşte yenilince mızıkçılık eder.
  • "Yahudi" ("Çıfıt"): Korkak, yaygaracı ve geveze olan bu karakter eskici, sarraf veya tefeci olarak perdede gözükür. İnatçı ve pazarlıkçıdır.
  • "Frenk" ("Rum") : Türkçe kelimelerin arasında sıklıkla Rumca kelimeler sarfeder. Mesleği çoğunlukla doktor, meyhaneci, terzi ya da tacirdir.
  • "Ermeni": Müzik ve şiire düşkündür. Mesleği ya kuyumculuk ya da lağımcılıktır.
  • "Çerkez": Başında kalpak ve belinde kılıç vardır.
  • "Tuzsuz": Bu kabadayı tiplemesinin asıl adı "Tuzsuz Deli Bekir"dir. Kaba kuvvetine güvenir ve etrafındakile sürekli çatar, gözdağı verir. Her an kavga çıkarmaya hazırdır.
  • "Matiz": Rumca'da matiz sarhoş anlamına gelir. Elinde sürekli olarak şarap şişesi bulunan Matiz tasviri, sarhoş, külhanbeyi vb tipleriyle yaklaşık olarak aynıdır.
  • "Zeybek":Adaletsizliğe, haksızlığa ve zulme uğrayanları korumak için halkın içinden çıkarak başkaldıran silahlı bir halk kahramanıdır. Eşkiyaya karşılık olarak da kullanılmaktadır.
  • "Zenneler": Oyunun temasına göre farklı farklı rollerde gözükürler. Genelde az konuşurlar. Zenne Karagöz'ün karısı rolündeyse perdede gözükmez sadece sesi duyulur.
  • "Çengi": Genelde oyunun sonunda ortaya çıkıp oynayan bu karakterin adı genelde “çengi kız” veya “Afet”tir.
  • "Cazu": Uçmak ve insanları farklı kılıklara sokmak gibi doğaüstü yetenekleri olan yaratıklardır. Bir ejderin veya bir küpün üzerine binmişlerdir ve ellerinde yılan şeklinde kamçıları vardır.
  • "Cin": Bir diğer doğaüstü bir yaratıktır.
Bunların dışında Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde yaşamış her türlü tip perdede yerini almıştır. Bunlardan bazıları: "Rum", "Çingene" "Külhancı", "Pişekâr", "Kavuklu", "Kilci", "Tulumbacılar", "Bekçi", "İmam", "Haham", "Doktor", "Sünnetçi", "Bolulu Aşçı", "Hokkabaz", "Soytarı", "Curcunabazlar", "Köçek", "Cambaz", "Ayvaz Serkis", "Denyo", "Aşık Hasan", "İskele Kâhyası", "Seymenler", "Deliler", "Dansöz", "Bok Ana", "Hımhım", "Kekeme", "Fahişe", "Hermafrodit", "Canan" , "Ferhat", "Tahir", "Yaşar (Karagöz'ün oğlu"), "Sivrikoz" (Hacivat'ın oğlu), Hacivat'ın kızı, Sirin'in annesi, Zühre'nin babası vb.[4]

25 Mart 2014 Salı

BURSA ATATÜRK MÜZESİ

BURSA ATATÜRK MÜZESİ

Bursa-Atatürk Müzesi Çekirge'de Çelik Palas bahçesindedir.


Atatürk, Bursa'ya çeşitli tarihlerde 13 kez gelmişti. Çoğu zaman dinlenmek üzere geldiği Bursa'da gen
günlerini hesaplayacak olursak, tamamı 2 ay 20 gün 4 saat tutuyor. Bursa bu yönüyle şanslı şehirlerimizden
 biri. Atatürk, İstanbul(Yalova dahil), Ankara, İzmir, Sivas'tan sonra en çok Bursa'da kalıyor.


Atatürk'ün Bursa'ya ilk gelişleri, Büyük Zaferden hemen sonra 16 Ekim 1922 tarihine rastlar. O tarihte 12 gün
 kaldığı Bursa'da İsmet (İnönü), Fevzi (çakmak), Kazım (Özalp) paşalarla birlikte Hünkar Köşkü'nde misafir
 edilmişlerdi. Daha sonra 20 Ocak 1923 günü ikinci defa Bursa'ya geldiğinde Çekirge'deki şimdi Atatürk Müzesi
olan ve Atatürk Köşkü diye tanınan Köşk'te kaldı. Çekirge'deki Celik Palas'ın bitişiğinde bulunan bu Köşkte o güne
kadar Miralay Mehmet Bey oturuyordu. Atatürk'ün Bursa'ya geleceği günlerde Bursa Belediyesi bu Köşkü
sahibinden satın olarak dayayıp döşemiş ve Atatürk'e hediye etmişti. Şimdi Atatürk'ün Bursa'da bir Köşkü
vardı ve Atatürk kendi köşkünde kalıyordu.

Atatürk, Dumlupınar'da düzenlenen Büyük Zafer'in ikinci yıldönümü törenlerinden bir gün sonra 31 Ağustos
1924'te Bursa'ya tekrar geldi. Bu kere yanında eşi Latife Hanım da vardı. Doğruca kendi Köşküne gitti. Eşiyle
 birlikte yerleşti. Latife Hanım, Köşkü çok beğenmişti. Köşkte 12 gün dinlendiler.
Bundan sonra Atatürk, Bursa'ya 10 kez daha geldi. Uzun ve kısa süreler kaldı. Her gelişinde Çekirge'deki bu
köşkünde kalıyor. Çoğu zaman toplantılarını Köşk'te yapıyordu.

Son gelişi 1 Şubat 1938 tarihi idi, Yalova'daki Otel Termal'in açılışını yapmıştı. Yanında Başbakan Celal Bayar,
 içişleri Bakanı Şükrü Kaya, Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya, ekonomi Bakanı Şakir Kesebir, Orgeneral Fahrettin
 Altay ve Ali Fuat Cebesoy da vardı. O gün Bursalılar ilk defa Atatürk'ü neşesiz gördüler. Yüzü soluktu, rahatsız
olduğu her halinden anlaşılıyordu.Atatürk, doğruca yapımı tamamlanmış ve işletmeye açılmış bulunan Çelik
 Palas'a gitti. Özel dairesine çekildi. Ertesi gün Sümerbank Merinos Fabrikası'nın açılış töreni vardı, Törende
 bulunduktan ve Fabrikayı işletmeye açtıktan sonra, Bursa Belediye Başkanı Neşet Kiper'e bir mektup verdi.
Mektup'ta Atatürk Bursa'lıların kendisine karşı gösterdikleri sevgi bağlılığa teşekkür ediyor, Çelik Palas'taki
hissesi ile Bursalı'ların kendisine hediye ettikleri Köşkü Belediye'ye bağışladığını yazıyordu.Belediye
Başkanı bu mektubu o gün okudu. Salon alkıştan inliyordu.

Atatürk, artık bir daha Bursa'ya gelemedi.
Atatürk'ün ölümünden sonra Bursa Atatürk köşkü, Çelik Palas'ın ek bir binası olarak Emekli Sandığı'na geçti.
 Daha sonra (Atatürk Müzesi) olarak ziyarete açılmak üzere, 1965 yılında onarıma lalındı. Onarımdan sonra, Milli
 Eğitim Bakanlığına devredildi. 1973 yılında da (Atatürk Müzesi) adıyla ziyarete açıldı.

Geniş bir bahçe içerisinde bulunan Bursa Atatürk Köşkü, çatısı ile birlikte 3 katlıdır. İlk kattaki salon ve odalar
 bugün Atatürk resimleri ve Atatürk'ün kullandığı eşyalarla sergilenmiştir. İkinci katta, Atatürk'ün yatak odası,
 çalışma salonu, banyosu vardır. Buradaki eşyalardan çoğu Atatürk'ün zamanına aittir. Üçüncü kat, misafirhane
olarak kullanılmaktadır.
Bursa Atatürk Köşkü, aynı zamanda son devir Köşk mimarisinin seçkin bir örneği olarak da Bursa'yı süslemektedir.

BURSA ULUABAT GÖLÜ

BURSA ULUABAT GÖLÜ

Ulubat Gölü Hakkında Bilgiler (Apolyont gölü)
Bursa İli Karacabey İlçesi’nin batısında yer alan Uluabat Gölü, ilçe merkezine 5 km uzaklıkta.

Ulubat Gölü 136 km² yüzölçümlü bir göldür. Uzunluğu 24 kmgenişliği 12 km derinliği 2-3 m. en derin yeri 10m. denizden yüksekliği 5 m.dir. Bu yayvan çanaklı gölde yağışlardan sonra kabarma ve çukur yerlere taşkınlar olurbu sıralarda gölün yüzölçümü 160 km² yi geçer. Kirmasti çayı ile beslenir bir ayak ile suları Simav çayına dökülür. Gölde balık yoktur (yayın sazan turna…). Bir kısım köyler balıkçılıkla geçinir.
Gölün ortalama derinliği 2.5 metredir. Büyük bir bölümü oldukça sığ olup, bu kesimlerdeki derinlik 1-2 metre arasında değişmektedir. En derin yeri Halilbey Adasındaki 10 metreyi bulan çukurluktur.
Gölün kuzey kıyıları diğer kesimlere göre nispeten girintili çıkıntılıdır. Kuzeyde kalker yapılı iki yarımada (Eski karaağaç ve Gölyazı ) bulunmaktadır. Yine göl içerisinde yapılarında kalkerlerin egemen olduğu 7 adet ada bulunmaktadır. Bu adaların en büyüğü Halilbey adasıdır.

Göl suyu koloidal kil ihtiva ettiği için sürekli bulanıktır ve dolayısıyla ışık geçirgenliği çok azdır. İlkbaharda göle giren süspanse maddelerin artışına bağlı olarak ışık geçirgenliği 22 cm.ye kadar düşebilmektedir. Göldeki fitoplanktonların baskın durumuna göre göl suyuna bazen yeşilimsi-sarı, bazen de grimsi-sarı renkler hakim olmaktadır.

Gölü besleyen en önemli su kaynağı Mustafa Kemalpaşa Çayı’dır. Göl dibindeki ve çevresindeki karst kaynakları ile yağışlı dönemlerde göle ulaşan küçük dereler gölün beslenmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca, gölün güneybatısındaki tarım alanlarının drenaj suları da göle verilmektedir. Göle giren su miktarı mevsimlere ve yıllara göre büyük değişiklik göstermektedir. Gölün fazla suları gölün batısındaki Uluabat Deresiyle Susurluk Çayı’na ve bu çay vasıtasıyla da Marmara Denizi’ne boşalmaktadır. Ancak, göl su seviyesi Uluabat Deresinin altına düştüğünde dere göle doğru akışa geçerek gölü beslemektedir. Ayrıca, göden pompalarla su çekilmekte ve göl çevresindeki 6350 hektar tarım arazisi sulanmaktadır.
Göl, başta su ürünleri üretimi olmak üzere sulama suyu amacıyla kullanılmaktadır. Uluabat Gölü etrafında Gölyazı ve Akçalar Beldeleri ile Fadıllı, Akçapınar, Doruk, Uluabat, Kumkadı, Karaoğlan, Gölkıyı ve Eskikaraağaç köyleri yer almaktadır.
Uluabat Gölü, sucul bitkiler yönünden ülkemizin en zengin sulak alanlarından biridir. Gölün hemen hemen bütün kıyıları geniş sazlıklarla, sığ kesimleri ise su içi bitkileri ile kaplıdır.

Bütün sulak alanlarda olduğu gibi, Uluabat Gölü’nde de en yaygın bitki grubu kamış ve sazdır. Pharagmites australis’in hakim olduğu yerlerde yem kanyaşı, su sandalye sazı ve Stachys palustris görülmektedir. Gölün kuzeybatısındaki geniş sulak çayırlıklarda, deniz sandalye sazı hakimdir. Alanda görülen diğer türler, bataklık sandalye sazı, Agrostis stohonifea ve mızraklı kaşık otudur.
Uluabat Gölü, Türkiye’nin en geniş nilüfer yataklarına sahiptir. Beyaz nilüfer gölün kuzeydoğu kıyılarında ve Mustafakemalpaşa Çayı’nın göle giriş ağzında çok geniş alanları kaplamaktadır. Nilüferlerin bulunduğu alanlarda tilki kuyruğu, kıvırcık su sümbülü ile su sandalye sazı görülmektedir. Gölün kuzeydoğusunda ise, nilüferlerle birlikte dik sığır sazı ve Paspalum paspolodes bulunmaktadır.
Tilki kuyruğu ve su sümbülleri gölde yaygın olarak görülen diğer bitki türleridir. Tilki kuyruğu gölün güneybatı ucunda ve Mustafakemalpaşa Çayı’nın döküldüğü yerlerde saf topluluklar oluşturmaktadır.
Gölün güneybatı kesimlerinde ılgınlar, tuzcul karakterli Salicornia üyeleri, Artemisia santericum, Hordeum marinum ve Bromus hordeaceus yaygındır. Yine Mustafakemalpaşa Çayı’nın döküldüğü yerde söğüt ve ılgınlardan oluşan bitki toplulukları bulunmaktadır.
Uluabat Gölü, biyolojik üretim yönünden eutrophic (bol gıdalı) göllerimizden biridir. Planktonlar ve dip canlıları bakımından zengin oluşu, değişik türden çok miktarda canlının üremesi ve beslenmesi için ideal bir ortam oluşturmuştur. Göldeki yüz binlerce kuşun varlığı bunun en önemli göstergesidir ve bu bakımdan Avrupa ve Ortadoğu’nun da en önemli sulak alanlarından biridir. Gölde 21 değişik balık türü saptanmıştır. Diğer göller ile karşılaştırıldığında bu sayı oldukça yüksektir.

Anadolu’ya kuzeybatıdan giren kuş göç yolu üzerinde yer alması, önemli kuş alanlarından Kuş Gölü’ne çok yakın mesafede (35 km) bulunması, besin maddelerince oldukça zengin olması ve uygun iklim koşullarının var oluşu değişik türden kalabalık kuş gruplarının alanda beslenmesine, kışlamasına ve üremesine olanak sağlamaktadır.
Uluabat Gölü, dünya çapında yok olma tehlikesi altında olan kuş türlerinden küçük karabatağın ülkemizdeki en önemli üreme alanıdır. Türkiye’deki toplam kuluçka popülasyonu 1500 çift olarak tahmin edilen türün, 300 çifti alanda kuluçkaya yatmaktadır. Gölde üreme dönemi dışında da önemli sayıda küçük karabatak barınmaktadır. Uluabat Gölü yine dünya çapında yok olma tehlikesi ile altında olan tepeli pelikanın da önemli beslenme ve kışlama alanlarından biri olup, Ekim 1994’de gölde 136 bireylik popülasyonu kaydedilmiştir.
Gölde, kuluçkaya yatan diğer önemli türler;Alaca balıkçıl, kaşıkçı,küçük ak balıkçıl, ve çeltikçi, küçük balaban, gece balıkçılı, erguvani balıkçıl, saz delicesi, bataklık kırlangıcı, mahmuzlu kız kuşu , bıyıklı sumru, kara sumru gölde kuluçkaya yatan diğer kuş türleridir.
OLUŞUMU ;Tektonizma kontrolünde açılan bir ova içerisinde alüvyal set gölü olarak gelişmiştir. Göl; kuzeyinde Neojen devri dolgularından oluşmuş alçak tepeler, güneyde ise Jura devri alçak dağları ile sınırlanmıştır. Uluabat Gölü çevresinde gözlenen en yaşlı birim Paleozoik metamorfik seridir. Tabanda gnaysla başlayan yapı daha sonra mermer mercekleri içeren şistlerle devam eder.

BURSA ÜFTADE CAMİİ

BURSA ÜFTADE CAMİİ


Üftade Camisi (Osmangazi)
Bursa, Pınarbaşı semti yamaçlarında bulunan Üftade Camisi’ni Üftade Mehmed Muhiddin XVI.yüzyılın sonlarına göre yaptırmıştır.

Cami günümüze orijinal şekli ile gelememiştir. Kazım Baykal “Bursa ve Anıtları” kitabında buradan minare ve kubbesi yıkılmış bir cami olar...

Bursa, Pınarbaşı semti yamaçlarında bulunan Üftade Camisi’ni Üftade Mehmed Muhiddin XVI.yüzyılın sonlarına göre yaptırmıştır.

Cami günümüze orijinal şekli ile gelememiştir. Kazım Baykal “Bursa ve Anıtları” kitabında buradan minare ve kubbesi yıkılmış bir cami olarak söz etmektedir. Bugün ahşap çatılı bir camidir.Buradan da ilk yapılışında kubbeli olduğu anlaşılmaktadır.

Son cemaat yeri ile ibadet mekanı aynı çatı altındadır. Cami 9.90 x 9.75 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Camiye doğu yönündeki bir kapıdan girilmektedir.İbadet mekanının üzerini örten tavan geometrik motiflerle bezenmiştir. İbadet mekanının kuzey ve doğu duvarlarındaki altlı üstlü pencerelerle aydınlatılmıştır.

Cami 1975-1977 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.


Hz. Üftade

Mehmed Muhyiddin Üftade 895 (1490) yılında Bursa'da dünyaya gelmiş, 988 (1580)'de yine Bursa'da vefat eylemiştir. Üftade, Bursa'da kurulup teşkilatlanan ve daha sonra Anadolu ve Balkanlar'a yayılan Celvetiye Tarikatı'nın Piri ve Aziz Mahmud Hüdayi'nin de şeyhidir.

     Ariflerin Kutbu Üftade Hazretleri, Bursa’nın manevî sahiplerinden. İnsan onun nurlu türbesinde zaman mefhumunu yitiriyor. Yaşadığı devir, sanki bir el uzanışıyla aydınlanıyor ve sesler bile edebinden sükut ediyor.

     Sefine-i Evliya yazarı Hüseyin Vassaf, Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’da birçok türbenin olduğunu söyler. Ama üç münevver merkade gidilmesini özellikle tavsiye eder. Bunlar, kronolojik olarak yazarsak; Emir Sultan Hazretleri, Üftade Hazretleri ve İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri’dir. Yazımıza misafir eylemekten memnun olduğumuz zat, o mübarek şahsiyetlerden ‘dertli âşıklar tabibi’ Üftade Hazretleri.

     Şehrin yamaçlarına adeta serpiştirilmiş gibi duran evliya kabirlerinin Bursa’nın manevî havasına omuz veren tarafları var kuşkusuz. Zaten mezkûr hal, şehri ziyarete gelenlerin çoğunlukla ittifak ettiği bir husus… Üftade Hazretleri’nin asıl ismi Mehmed Muhyiddin. Üftade ‘düşmüş, âşık’ anlamlarına geliyor. Veli zatın bu mahlası alış hikâyesi şöyle: Genç Mehmed Muhyiddin, Doğanbey Mescidi ve Ulucami’de müezzinlik yapıyordur. Sesi o kadar güzeldir ki o neredeyse, cemaat o camidedir. Öyle ki halk, ezandan önce caminin etrafına toplanır. Bir gün caminin mütevellisi Hazret’e yaptığı iş karşılığında akçe vererek, onu maaşa bağlar. O gece rüyasında kendisine hitaben, ‘Mertebeden düştün Üftade oldun’ ikazı gelir. Genç müezzin ertesi gün maaşı derhal terk eder ve kendisine bundan böyle ‘Üftade’ denilmesini ister. Nefsine karşı cehd de ismini değiştirmesi ile başlamış olur aslında.

Üftade Adını Alışı

Gençlik yıllarında Ulucami ve Doğanbey Mescidi'nde fahri müezzinlik yapan Mehmed Muhyiddin'in sesi çok güzeldi. Halk O'nu dinleyebilmek için ezandan önce caminin etrafında erkenden toplanırlardı. Bir gün yaptığı bu hizmete mukabil caminin mütevellisi kendisine bir kaç akcelik maaş tayin etti. 0 gece rüyasında “mertebenden üftade oldun (düştün)” itabına maruz kalan Mehmed Muhyiddin, derhal maaşı terk ederek kendisine “Üftade” lakabını taktı. Daha sonraları da bazı şiirlerinde kullandığı sanılan “Muhyiddin” mahlasını bırakıp Üftade mahlasını kullanmaya başladı. Bu gün elimizdeki Divan'ı bu mahlasla kaleme alınmıştır.